top of page

 

narsizm üzerine

 

 

‘Narsizm’, psikoloji dünyasını oldukça ilgilendiren bir kavram olmanın yanısıra günlük hayatımıza da oldukça yerleşmiş bir kavram haline geldi. Bir kişinin kendi varoluşuyla övündüğüne şahit olduğumuzda veya başka insanları yerdiğini sezdiğimizde hemen ‘narsist’ damgasını vuruyoruz. Aslında kimdir bir narsist? Kendini ne kadar ele verir, ne kadar gizleyebilir? Gelin beraber ağızdan ağıza dolaşan ‘narsist’lerin iç dünyalarına ulaşmaya, onları yakından tanımaya ve anlamaya çalışalım.

 ‘Narsizm’ ve ‘Narsist’ kavramları, adlarını Yunan mitolojisindeki ‘Narkissos’ hikayesinden almış. Bu hikayenin farklı kaynaklardan değiştirilmiş versiyonlarına rastlasak da, hepsinin sonunda kendi yansımasına aşık olan bir karakterle tanışıyoruz. Sevdiğimiz bir versiyonunda şöyle geçiyor: Antik çağlarda yaşayan genç ve yakışıklı karakterimiz Narkissos, su perisi ile nehir tanrısının oğlu olarak dünyaya geliyor. Günün birinde Echo adında bir peri Narkissos’a aşık oluyor. Bu büyük aşk, Narkissos’ta karşılık bulamadığından büyük bir kedere dönüşüyor. Echo, kederinden günden güne zayıflıyor, gittikçe yok oluyor ve en sonunda bir yankıya dönüşüyor. Narkissos’un diğer aşıkları ise Echo’nun bu haline çok üzülüyor, tanrılardan intikam talebinde bulunuyor. Bu talebin karşılığında, tanrılar Narkissos’un kendi görüntüsünü görmesini yasaklıyorlar. Bir gün Narkissos nehir kenarında yürürken akan suda kendi yansımasını görüyor, ve bu güzelliğine hayran kalıyor. Kendisini görmesinin yasak olduğunu bile bile gözünü nehirden ayıramıyor, ve oracıkta ölüyor (Lowen, 2004).

Mitolojik karakter Narkissos’tan türeyen ‘narsist’ kavramı da tam bu noktada bahsedilen kendine aşık olma halini anlatıyor. Ancak bir narsisti betimleyebilmek için yalnızca ‘kendine bayılma hali’nden söz edemeyiz. Öyledir ki Alexander Lowen, narsistlerin empati yoksunluğunu şöyle özetler: “Narsistler, insani duygudan ve empatiden yoksunluklarıyla tanımlanabilirler. Nükleer soykırımın tehdidi altında olan bir dünyada trajediyi hissetmezler.” (Lowen, 2004, s.10) Narsistler, her ne kadar kendilerinden emin ve yüksek özgüvenli gözükseler de devamlı bir onay arayışındadırlar. Kendileriyle ilgili gurur duydukları özelliklerinin ikincil bir ağızdan onayı onlar için çok önemlidir. Cinsellik bağlamında da benzer bir tutum sergilerler. Narsist bireyler cinselliği haz paylaşımı, partnerle bedensel bütünlük sağlama ve keyif alma olarak algılamazlar. Cinsel ilişki sırasında ve sonrasında bir kanıtlama çabası içinde olurlar ve partnerlerinden cinsel performanslarının kusursuzluğu yönünde onay arayışına girerler. Anlayacağınız, devamlı onay bekleyen bir yapıları vardır ve bu beklentileri karşılamadığımız takdirde olduklarından farklı bir tutum sergilemeleri öngörülebilir.

Yukarıda belirtilen kişilik örüntülerinden de yola çıkarak baktığımızda‘Narsist’ sıfatının biz insanlar tarafından her daim negatif yorumlandığının farkına varırız. Narsistleri devamlı eleştiririz, etiketleriz ve ‘uzak durulması gereken insanlar’ kategorisine oturturuz. Ancak hiç bu insanların narsizme evrilme aşamaları hakkında kafa yorduk mu? Diğer kişilik bozukluklarını değerlendirdiğimiz boyutta değerlendirerek bir tedavi sürecinin de mümkün olabildiğini göz önünde bulundurduk mu? İçerilerinde kaybolmuş ve bir yanı hep eksik kalmış o küçük çocuğu da görebildik mi?

Psikanalitik açıdan anlamaya çalışmak, bize yeni bir pencere açacaktır. Narsizm, Freudyen düşünceye göre kişinin libidinal yatırımı dış dünya yerine kendisine yapması ile ilişkilendirilir. Bebeklik ve çocukluk çağı gereksinimleri karşılanmayan ve sıklıkla ihmale maruz kalan birey, küçük yaşta kendine yetmeye çalışmayı deneyimler. Bakım veren kişiyle kurması gereken bağı kuramadığında bebek şiddetli bir hayal kırıklığına uğrar ve bu durum, bebeğin olumsuz duyguları deneyimlemesine bir zemin hazırlar (Mahler, 1968). Bebek ile bakım vereninin bağ kuramadığı veya bu bağı yanlış kurduğu senaryolarda bebek, sevgi ve şefkati dış dünyada aramaması gerektiğine veya sevgi ve şefkat görmeye layık olmadığına inanabilir. Bu şekilde gelişim gösteren sürecin ardından bebek, nesneye yapması gereken libidinal yatırımı kendisine yapmayı tercih eder. Dış dünya ile kurması gereken bağı ise iç dünyasında kurabilmeyi hedefler.

Kernberg’e göre narsizm; yoğun hırs, görkemli fanteziler, aşağılık kompleksi ve dış hayranlık üzerine aşırı bağımlılığın harmanlanmasından doğar. Aynı zamanda narsizmi kronik bir kendinden emin ve memnun olmama hali ile açıklar (Kernberg, 1985). Bu açıklamadaki ‘aşağılık kompleksi’ bileşeni bizler için incelemeye değer bir unsur. Çocuğun gelişim sürecinde çoğunlukla eleştiriye maruz kalması veya ebeveynleri tarafından yargılanması, yetişkinlik döneminde kendisini çevresindeki insanlardan daha yetersiz hissetmesine yol açar. Bu hissiyatı taşıyan bireyler çevrelerinden düzenli olarak onay ve takdir beklerler.

Şimdi bir nefes alıp çevremizde ‘narsist’ damgası vurduğumuz kişileri bir daha değerlendirelim. Çevremizdeki narsistleri ‘alışılageldik narsist karakter’ çerçevesi dışında değerlendirmek nasıl olurdu?

Narsizme başka bir perspektiften bakmaya şans vermek isteyenler için bir film önerisi: ‘American Psycho’.

-Uzman Klinik Psikolog Zeynep Temel 

bottom of page